KENDİNE LİDER OL
iderlik deyince aklımıza, hep birilerini yönetmek, birilerini kontrol etmek, birilerini yönlendirmek ve vizyoner olmak gibi kelimeler geliyor.
Hâlbuki bunların hepsi günlük hayatımızda ve iş dünyasında kullanılan yöneticilikle ilgili kelimeler ve gerçek liderlikle ilgili değiller. Ama biz her zaman yöneticilik ile liderlik kavramlarını karıştırıyoruz. Oysa yöneticilik ve liderlik bambaşka konular. Esasında ikisi de aynı kavramlar gibi görünüyor ama liderlik kişinin önce kendisine liderlik etmesi ile oluşurken, yöneticilik lider karakterindeki kişinin diğer insanları yönetmesi ile mümkün oluyor. Diğer insanları yönetebilirsiniz ama gerçek olan kişinin kendisine liderlik yapmasıdır. Ne demektir kişinin kendisine liderlik yapması?
Her şeyden evvel kişi kendisine liderlik yaptığında, muhteşem bir enerji patlaması ile karşılaşır. Bu enerji patlaması bulunduğu ortam inanılmaz bir ışık yayar; buna bazıları enerji, bazıları da karizma der. Ama adı ne olursa olsun lider ortama müthiş bir güç yayar. İşte o kişinin orada olması ile tüm problemlerin çözülmesine ve onun insanlara muhteşem bir enerji vermesi liderliktir ve kişinin kesinlikle ve kesinlikle kendisine liderlik etmesi liderliğin en önemli özelliğidir.
Peki, kişi kendisine nasıl liderlik yapar? Bu durum tabii ki, “Ben kendime liderlik yapmak istiyorum!” diyerek oluşmayacaktır. Oluşumun en önemli kuralı şudur: ‘Kişinin içsel savaşının noktalandığı yerde liderlik başlar.’ Kişinin iç dünyasında savaşlar, çatışmalar, öfke, kin, hırs oluştuğunda dışarıya yayacağı bütün enerji, bütün yönetim metotları ve bütün çalışma biçimleri çatışma üzerine, kavga üzerine, kin ve nefret üzerine olacaktır. Böyle bir liderlik örneği Hitler olabilir. Hitler gibi bir lider olmak istiyorsanız tabii ki makbuldür ama gerçekten aradığımız lider kimdir acaba? Elbette kendi içinde çatışma olmayan kişidir. Kişi kendi içinde çatışma yaşıyorsa kendisine liderlik yapabilir mi? Daha kendi iç dünyasını ve çalışmalarını yönetemeyen biri, kime, nasıl bir liderlik yapabilir? Liderlik bir yana, böyle bir kişi nasıl veya ne tür bir yönetici olabilir ki? Kendi içinde devamlı ayrımlar oluşturan, karar almak adına çeşitli seçimler yapan, bazen beynine, bazen ruhuna, bazen de kalbine göre konuşan, sıkça da dış etkenlere kapılan bir kişi, acaba gerçekten kendisine liderlik yapabilir mi? Kendisine liderlik yapamayan bir kişi acaba dışarıya bir şey verebilir mi?
Kin dolu, öfkeli ve hırslı yanını gösterdiğinde tabii ki kendisi de hırslı ve öfkeli olan insanlar bundan hoşlanabilirler. Tam tersini, kişinin dışarıya yüksek bir sevgi verdiğini düşünün. O zaman da tabii ki sevgiyi arayan insanlar için çok hoş bir liderlik olabilir. Ya da lider içindeki vizyonerliği dışarıya yansıtıyor olabilir… Bunların hepsi farklı kavramlardır. Evet, kişinin içsel huzuruna ulaşmasıdır kendisini lider yapan. Kişi kendisine lider olduğunda artık onun bir hırsı yoktur, öfkesi yoktur, kini yoktur ve tam tersine içerisinde muazzam büyüklükte sevgi ve huzur vardır. Şayet kişinin çevresine verdiği ve yaydığı duygular sevgi ve huzur ise, zaten onu izleyen çok sayıda insan olacaktır etrafında…
Peki ya izlenmek? Önemli bir şey midir ve kişinin izlenmesi onun gerçekten lider olduğu anlamına mı gelir? İşte yine büyük bir yanılgı içerisinde, lider dediğimiz kişiyi izleyen büyük halk kitleleri ve ordular bekliyoruz.Neden? Peki acaba bu doğru bir beklenti midir? Düşünsenize Hitler’i de izleyenler oldu, bu onun doğru bir lider olduğu anlamına mı geliyor? Genellikle okuduğumuz kitapların hepsinde “izlenen insan liderdir” deniyor, hâlbuki İsa’ya bakıyorsunuz ancak 300 yıl sonra anlaşılabiliyor, o da bir nebze… Yunus Peygamber’e bakıyoruz, 900 yıl sonra anlaşılıyor, Nuh Peygamber bile ancak 950 yıl sonra anlaşılabiliyor.Sokrates mesela, Sokrates lider midir değil midir? Adamı öldürdük… Onu izleyen yok, doğru düzgün konuşan yok. Ölümünü seyreden insanlar var sadece…
Lider gerçekten izlenen midir? O halde kim lider nasıl anlayacağız? Bir kişi izleniyorsa acaba o lider midir? Değildir, çünkü lideri anlamış olanlar zaten kendi iç dünyalarında liderdir ve kimseyi izlemezler. Aslında lider izlenemeyen bir adamdır, çünkü anlaşılamayan bir adamdır. Lider adeta bu dünya ile ilgili değildir, bambaşka bir evrenle ilgilidir ve bu tür bir insanın gerçek anlamda izlenmesi mümkün değildir, anlaşılması ise hiç mümkün değildir. Çünkü ne yazık ki insanlık liderin seviyesinde değildir. O seviyede olmadıkları için de hep bir lider ararlar, zaten o seviyede olsalar, lider aramazlar.Liderin de bir şeyi fark etmesi gerekir ki; bu da onun anlaşılmayan biri olduğudur. Anlaşılan kişi lider değildir.
Lider kitleler tarafından anlaşılamaz fakat liderin kendi kendisini çok iyi anlaması gerekir. Ancak kendisini çok iyi anladığında, yani içsel bütünlüğüne ulaştığında, kendi kendinin lideri olduğunda işte o zaman tam ve bütün olmuştur. Böyle bir adam ise evreni değiştirebilir. Bunu başarabilmek için de eylemlerimizle, oluşumlarımızla ve hareketlerimizle kendimiz hakkında tam bir dikkat halinde olmamız gerekir.
Bir kişinin kendini çok iyi gözlemlemesidir gerçek sır. Kişi ancak kendisini çok iyi incelerse, yani düşüncelerini, hareketlerini, eylemlerini her zaman dikkatle gözlemlerse, işte ancak o zaman bütün sorunların çözüldüğü gözlemlenir. Zaten lider gayet iyi bilir ki, kendisinin gözlemlediği her şey sorunların bittiği andır. Liderle yönetici arasındaki bir fark da burada oluşur; yönetici bir sorun bulduğunda onu çözmeye çalışır, lider sadece gözlem yapar ve gözlemlediğinde sorunların hepsinin dağıldığını görür. Bazıları buna meditasyon yapmak der, bazıları iç konuşma veya başka bir şey… Aslında bu, lider kendi iç dünyasında dindar demektir. Dindar demek başkasına değil kendisine teslim olmak demektir. Kendisine teslim olan kişi kendisini bütünüyle kabullenendir. Kendisini kabullendiği an ise bütün hatalarını, öfkelerini, hırslarını yargılamadan izleyebilir. Kendisini izlediğinde de “yanlış” otomatik olarak yok olur. Oysa yöneticiler liderin aksine hep eksikleri, yanlışları izleyip gözlemleyerek yargılarlar. Nerede eksik varsa onu nasıl düzeltelim, sorun için nasıl bir formül bulalım diye uğraşırlar. Oluşum içinde olan bir lider bunlarla uğraşmaz.
Gözlemlenen her şey yok olmaya mahkûmdur. Çünkü gözlem yaptığınızda yanlışı görürsünüz, yanlışı gördüğünüzde ise artık o sizin yanlışınızdır, yargılamazsınız. Eğer yargılarsanız ayrım yapmış olursunuz, bölmüş olursunuz. Bölünen bir lider ise kendi içinde kavga yaratır. “Ben bunu niye yaptım, niye şöyle oldu, niye böyle oldu, keşke şöyle olsaydı, ah öyle mi yapsaydık?” gibi sorularla çatışmalara girer. Kendini böylesine yargılayan bir insan ise ister istemez öfke, kin ve hırs içerisinde olur. Hatta bunu yaparken kendisini başkalarıyla mukayese etmeye başlar. Başkaları ile mukayese etmeye başladığında da çatışma ve hırslar iyice ortaya çıkar. Böyle bir adamın artık liderliği konuşması dahi mümkün olamayacaktır. Lider bir şeyi gözlemlediğinde onu yargılamaz, sadece olayı daha iyi anlamaya çalışır. Daha iyi anlaması için de daha dikkatli gözlem yapması, olayı çok iyi seyretmesi gerekir. Tıpkı kendi içinde olduğu gibi dışarıyı seyrettiği anda yine sorunların, yanlışların yok olduğunu görecektir. Bu bizlere saçma gelir ama lider için gerçektir. Biz ise seyretmeyiz ve her şeye yargılayarak bakarız. İyi ya da kötü deriz, doğru ya da yanlış deriz, eksik veya tamam deriz, bu vizyoner bir yaklaşım ama bu değil deriz, bu geçmişe uygun bu geleceğe deriz. Bunların hepsi birer yargılamadır. Sürekli yargılanan bir ortamda ise insanların huzurlu ve başarılı olması mümkün değildir.Lider anlaşılmayan kişidir dedik ama o anlaşılmayan şey bazı insanlar için kendini beğenmişlik ve çok yüksek ego olarak algılanabilir. Hâlbuki liderin iç dünyasında ne egosu vardır ne de kendisini bu bakışla görür. Dışarıdan bakan ve aşağı seviyedeki insanlık onu böyle anlar. Sizin de hayatınızda böyle şeyler yok mu?
Dışarıdan baktığınızda ne kadar kendini beğenmiş biri dersiniz ama konuşmaya başladığınızda onun normal biri, belki de beklentinizin de altında normal biri olduğunu görürsünüz. Çünkü yaydığı enerji sizinle konuşurken değişir, yaydığı enerji ilk bakışta çok yüksektir ama sizinle konuşmaya başladığında sizin seviyenizde olur. Konuştukça sizi yavaş yavaş yukarıya çıkardığını ama biraz fazla yukarıya çıkardığında ise bir anda düştüğünüzü hissedersiniz, çünkü çok yukarı çıktığınız zaman liderin konuştuklarını anlamazsınız. Anlamayınca sıkılır, sıkılınca da eski hayatınıza yeniden dönmek istersiniz.
Sizin için çok yüksek olan bir yerden aşağıya düşüş ise çok daha ağır olur. Bu çok önemli. “Anlaşılamayan bir noktadan anlaşılamayan bir insan haline gelmek…” Bu da sizde ciddi bir sıkıntı yaratacaktır, emin olabilirsiniz… Bir örnek vermek gerekirse aynı Atatürk’ü anlamadığımız gibi… Acaba anlayabilir miyiz Atatürk’ü? Biri diyor ki çok kötü şeyler yaptı, diğeri diyor ki çok iyi şeyler yaptı. Ama ne iyi yaptığını söyleyenler anlamış vaziyetteler onu, ne de kötü yaptığını söyleyenler… Oysa Atatürk bütünlüğü olan önemli bir lider, ama bunu algılayamıyoruz. Onu anlamamız için çok daha uzun yılların geçmesi gerekiyor… Atatürk dindar mıdır, değil midir? Bunun hiçbir önemi yoktur. Atatürk çok dindardır ama kendi iç dünyasında iyi bir dindardır. Kendisiyle ilgili konularda tam olarak teslim olmuş bir adamdır. Ama bir o kadar da açıktır ki, her şeyi gözlemleyen ve doğruyu eğriyi anlayan bir adamdır. Bizim bunu anlamamız zordur ve daha çok uzun zaman geçmesi gerekmektedir. Önemli konu şudur: ‘Atatürk başarılı mıdır başarısız mıdır?’ diye sorsanız, birçok insan başarılı, birçok insan başarısız olduğunu söyler. Peki bu soruya en doğru cevabı verecek kişi kimdir? Tabii ki bütün bunları uygulayan ve her şeyin arkasında duran adam, Atatürk’ün ta kendisidir. Eğer o bu dünyadan ayrılmadan önce bütün hayatına baktığında kendisini yargılamıyorsa, bu onun çok başarılı biri olduğunu gösterir, fakat yargılıyorsa zaten lider değildir. Şimdi biz de bakalım mesela kendi hayatlarımıza…
Bir aile babası olduğunuzu düşünün. Sizce bir aile babası ailenin içerisinde lider midir, değil midir? Nasıl anlarız biz bunu? Hangi özelliklerinden dolayı lider diyebiliriz aile babasına? Acaba ailesine bir vizyon kazandırdığı için mi, para getirdiği için mi? Ailesinin içinde en önemli konusu nedir bir liderin? Bir lideri ayrımdan ve çatışmadan uzaklaştıran şey nedir? Lidere iç huzuru sağlayan şey nedir? Bunları hiç düşünmüyoruz ve incelemiyoruz… Nedir gerçekten? Bu sorulara hemen bir cevap verip, bir çözüm söylersek, o zaman bu kimin çözümü olur? Öyleyse beraberce incelemeye ve birlikte bir çözüm bulmaya çalışalım…
Bir lider neden çalışmaları, problemleri ve sorunları arasında ayırım yapmaz?
Şimdi bir aile düşünelim, anne, baba ve iki de çocuk. Dört kişilik bu aile içerisinde baba bir çocuğuna yanlış, diğer çocuğuna doğru, anneye yanlış kendisine doğru davranırsa; aile içindeki bireyleri doğru ve yanlış olarak birbirlerinden ayırırsa, o zaman ne olur? Kuşkusuz aile içinde çatışma olur, peki bu çatışmanın gerçek kaynağı neresidir? Tabii ki babanın kendi iç dünyasıdır. Aile babası kendi iç dünyasındaki yargılardan dolayı her durumu iyi ve kötü diye ayırır. Bu ayrıma göre de bir çocuğuna sen doğru yaptın derken öbür çocuğuna da sen yanlış yaptın diyecektir. Bu durumda çatışma babadan çocuklara yansıyacak ve bu defa çocukların arasında çatışma başlayacaktır. Peki iki çocuk çatışmaya girdiği zaman bu sorunu kim çözecek? Lider, yani baba mı? Sorunu yaratan zaten babayken, bu sorunu o nasıl çözecek? İşte yine en başta bahsettiğim konuya geldik, bu sorun ancak yargılama olmadığında çözülebilir.
Yargılamadan çözülebilmesi içinse, bu babanın ailesi içerisindeki suç, hata, günah, iyi ya da kötü her şeyin arkasında durabilme gücü olması ve tüm hataların kendisinin hatası olduğunu fark etmesi gerekmez mi? Çocuklarının içinde bulundukları ortamın yaratıcısı kendisi olduğuna göre, bu durumda babanın kendisini sorgulaması gerekmez mi? Onların hatası kendi hatası ise, bunun arkasındaki sorunlu adam suçu nerede aramalıdır? Peki o zaman suçun çözümü nerededir? Suçun çözümü tabii ki kendi iç dünyasındadır. Ne zaman yargılamaktan ve hatalar nedeniyle ayrım yapmaktan vazgeçerse, o zaman tüm zıtlıkların birleştiğini ve bütün sorunların çözüldüğünü görecektir. Ancak, çözümün oluşması için kendisinin sorumluluğunu almalıdır lider. Sorumluluk almayan bir lider sorunları nasıl çözebilir? Peki sorumluluğunu aldığında ne olur? Sorumluluğunu aldığında ise çözüm çoğu kez kendiliğinden meydana çıkar.
Düşünün ki evde iki çocuk birbirleriyle kavga ediyorlar. Baba onlara baktığında, sorumluluk duygusuyla, büyük bir sevgi ve huzur içerisinde sadece baktığında, çok ilginç bir şey olur, çatışma sona erer ve sorun biter. Hadi canım böyle nasıl sorun çözülür diye düşünmeye başladınız. Bu durumu sadece yaşayıp gözlemlemeniz gerekir. Liderin huzur, sevgi ve sorumluluk duygusuyla dolu olması halinde iki çocuğun kavgayı durdurduğunu ve ikisinin de artık sadece babalarıyla ilgilendiğini, yani babanın olduğu yerde sorunun ve problemin bittiğini göreceksiniz. Çünkü baba sorunsuz ve problemsiz olarak, yargılamadan ve büyük bir sorumluluk duygusu ile orada bulunmaktadır.
Kişi ancak çocuklarının yapmış olduğu hataların sorumluluğunun kendisinde olduğunu kabul ettiğinde, onları yargılamadan yaklaştığında sorunların çözülmüş olduğunu hatta hiç oluşmadığını görecektir. Hatta hiç oluşmadığı cümlesini büyük harflerle tekrar etmek istiyorum: “HİÇ OLUŞMADIĞINI GÖRECEKTİR.” Bu ancak liderin sorumluluk duygusu ile mümkündür. Peki, sorumluluk duygusunu besleyen nedir? Bir kişi nasıl her şeyden sorumlu olabilir, kendi hayatından ve bütün eylemlerinden… Bu nasıl oluşabilir? Bu ancak o liderin yüksek sevgi bilinci ile oluşabilir. Sevgi bilinci oluşmadan sorumluluk duymak mümkün değildir.
Örneğin bu iki kardeşten birinin diğerinin başına sert bir şeyle vurduğunu ve çocuğun kafasının yarıldığını düşünün. Sizce liderin buradaki eylem halinin nasıl olması lazım? Vuran da kendi çocuğudur, yaralanan da. Bir çocuğunun canı çok yanmıştır ama onun canını yakan da diğer çocuğudur. Çok önemli… Çocuğunuzun birinin kafası kanıyor ama diğer çocuğunuz da kin, öfke ve nefret duygularına kapılarak vurmuş, o da şu anda üzüntü ve acı içerisinde… Birinin başından kan akıyor ve acısı gözüküyor, diğerinin acısı kin ve nefret ise göze görünmüyor. Burada nasıl ve ne tür bir ayrım yapabiliriz? Aslında ikisinde de aynı problem yok mu? İkisinde de ciddi acı var, birinin kalbinde öfkeli bir acı var, diğerinin de canında. Biri acısını kanıyla gösteriyor, diğeri kardeşinin kafasına vurduğu aletle. İkisi de senin çocuğun, senin parçan. İşte bu noktada ortada yanlış var mıdır acaba diye bakarsan ayrım yapmış olursun. Çünkü burada yanlış yok. İkisi de acı içerisinde. Lütfen dikkatle gözlemleyin. Çok dikkatle gözlemleyin. Diğer çocuk acı içinde olmasaydı eline bir şey alıp kardeşinin kafasına vurur muydu? Acısı öfkeye dönüştüğü için böyle bir şey yaptı. Hatta belki onun içinde daha çok acı var. Biz zannediyoruz ki kardeşine vuranı suçlu görüp, kızıp bağırarak cezalandırırsak ve kanı akan çocuğa çok canı yandı diye daha iyi davranırsak, gerekeni yapmış olacağız. Fakat o zaman ayrımın en büyüğünü yapmış olmaz mıyız? Hem o zaman cezalandırdığımız çocuğun kardeşine duyduğu öfkeyi büyütmüş olmaz mıyız? Sonra bu olumsuz duygulardan bir aile birliği oluşturabilir miyiz? Hayır, bu mümkün olmayacaktır. Ama sorumlu ve sevgi dolu olan bir baba, ikisindeki acıyı da görür, ikisini de kucağına alır, ikisini de öper. Aynı anda ise, vuran kardeşin kanı akan kardeşine yardımcı olmasını istediğinde, bakın bakalım olay bir daha tekrarlanabilir mi? Bu çözümün oluşması sadece eylem halinin gözlemlenmesi ile ilgili bir şeydir ve eğer lider sorumluluk sahibi ve sevgi dolu ise sorun artık yok olmuştur. Buna karşılık kişi sorumsuz ve sevgisizse, otomatik olarak çocukları arasında ayrım yapacaktır. Hatta daha öfkeli, sert ve ‘erkek’ bir babaysa, kafası kanayan çocuğa daha çok kızacaktır, “Sen niye kendini korumadın, sen de ona vursaydın!” diyerek.
Böylelikle de en büyük hatayı yapmış olacaktır. Çünkü “sen de ona vursaydın” dediği anda, bir dahaki kavga aynı anda diğerinin de kafasının yarılmasıyla devam edecektir. Zaten dünya üzerinde olan biten de bu değil midir? Adem ve Havva’dan başlayıp, çocuklarının yaptığı da bu değil midir? İnsanoğlunun yaptığı hep bu değil midir? Tanrı ne yapsın? Kızıp bütün dünyayı yok etmiş ve tufandan evvel Nuh Peygamber’e, “Her türden iki tane al, beş tane de onların benzerinden al, ayrıca yedi insan al.” demiş. Tanrı insanları iyi ya da kötü diye ayırdığında ve birine ceza verirken ötekine vermediğinde, biz nasıl olacağız o zaman? “Sen Tanrı’nın dediklerini yapmıyorsun!” diyerek ve Tanrı için olduğunu söyleyerek birçok insanın birbirini öldürdüğünü gözlemleyeceğiz. O halde nasıl olacak? Nasıl algılayacağız Tanrı’yı? Kötülüklere ceza veren, iyilikleri kayıran diye baktığımızda, o zaman da şeytanı kim yarattı diye soracağız. Tabii ki Tanrı yarattı şeytanı ama niye yarattı? O zaman başka bir şey çıkıyor ortaya; bir liderin yorumlama kabiliyeti de olması lazım. Çünkü kitapları yorumlayanların da, din kitaplarını yorumlayan papazların, ulemaların da hep aynı hataları yaptıklarını görüyoruz, aslında kendi iç dünyasında çatışmacı, kavgacı ve ceza vermeyi seven bir insanın yorumladığı bütün dini kitaplar, bu savaşlar âlemini yaratmıştır. Tanrı’nın böylesine çatışmacı ve savaştan yana olması mümkün değildir. Her daim affeden o değil midir? Biz ise her daim affettiğini söyleyen bir Tanrı’nın ceza verdiğini veya vermediğini konuşuyoruz fakat ortada ceza yok ve biz bunu görmemekte ısrar ediyoruz.
Olayları yargılamak için başka bir çözüm daha buluyoruz kendimize… Büyük bir problem olduğunda ve bu problemi çözemediğimizde, hemen lidere gidiyoruz. Mesela evdeki olayı düşünelim tekrar, evdeki yönetici anne olsun, lider olansa baba…
Çocuklar kavga ettiğinde anne yönetici sıfatı ile babaya gidecek ve büyük ihtimalle, ‘Ahmet, Mehmet’in kafasını yardı.’ diyerek şikâyet edecektir. Yönetici durumu böyle yorumladığında ve bu şekilde aktardığında; lider de, “O zaman Ahmet’e bir ceza verelim, acaba nasıl bir ceza verelim? Çünkü verdiğimiz ceza da demokratik olmalı.” derse ne olur? Bu durumda yönetici ile lider arasında fark kalır mı? Tabii ki yönetici bir yargıda bulunup ceza verelim diyebilir, çünkü yönetici mutlaka yargılamaya çalışan, lider ise sadece ve sadece sevgi vermeye çalışan biridir. Lütfen bir kez daha düşünün; kardeşinin kafasını yaranın da acı içinde olduğunu gören sorumluluk sahibi ve sevgi dolu bir baba, ikisini de aynı anda kucaklayıp, vuran çocuğun yaralanan çocuğa yardımcı olmasını isterse, bakın bakalım neler olacaktır… O zaman bu sorunun çözümü çok basit değil mi? Bütün işler sadece sorumluluk ve sevgi ile yürüyor ve gerçekten çok basit. Ama kimler için basit? Anlayanlar için. Anlamayanlar içinse böyle bir kitap saçma sapan kelimeler ve cümleler diye yorumlanacak. Gerçekten anlamak için ise çok iyi izlemek gerekecek. Ancak izlediğiniz zaman bir oluşumun gerçekleştiğini göreceksiniz. Acaba bu doğru mu? Tabii ki bir yönetici formül arayabilir, doğru mu değil mi diye araştırabilir. Ama oluşum gerçekleştiğinde doğru mu yanlış mı diye bir olgu kalmaz. Peki, şimdi de Başbakan olalım, lider miyiz değil miyiz nasıl anlayacağız? Bir kapitalist, bir komüniste vurursa olaya nasıl yaklaşabiliriz? Bir zenci bir beyazın kafasını kırarsa nasıl yaklaşabiliriz?
Silahı alıp diğer tarafa saldırırsak ayrım yapmış olmaz mıyız? Diğer tarafta öfkeyi artırmaz mıyız? Öfkeyi arttırdığın zaman ise o ülke içerisinde bölünme olmaz mı? Hatta dünyada bölünme olmaz mı? Çatışmalar, din kavgaları, siyasi kavgalar olmaz mı? O zaman gelin dünya tarihine beraberce bir bakalım. Sizce kaç tane lider çıkabilir? Belki de hiç… Liderliğe bu açıdan bakan biri acaba dünyamıza geldi mi? Böyle bir lider geldiğinde bütün dünyanın bambaşka olduğunu göreceğiz. Bütün Dünya için üzülen, ağlayan bir lider gördüğümüzde dünyanın değiştiğini göreceğiz. Ölen, öldüren, öldürülen insanların hepsinin aslında bir olduğunu fark ettiğimizde ve ceza sistemini kaldırıp, sevgi sistemini koyduğumuzda bütün insanlığın değiştiğini göreceğiz, bu konu ancak böyle çözülebilir. Bu bölüm en önemli bölüm ve bu kelimeler en önemli kelimeler, sakın unutmayın. Vuranı da, vurulanı da, ikisini de aynı anda, aynı derecede sevgiyle kucağınıza aldığınızda sorunun çözüldüğünü göreceksiniz diyoruz ya, bunu yapmak kolay gibi gözükür ama değildir. İnsanı zorlar, çok zorlar…
Haydi biraz daha zorlayalım isterseniz… Bu defa da evinize bir hırsız girmiş olsun… Hırsız evinizden bir şey çalarken ses çıktı ve siz de kalktınız ama tam o sırada hırsız çocuğunuza bir tane vurdu ve yere düşürdü. Bu örnekte çocuklarınız kavga ettiğinde sergilenen lider yaklaşımının aynısını gösterebilir misiniz? Eğer, “Evet yapabilirim.” diyorsan, gerçekten lidersin. Konuyu daha iyi anlamak için en başına gelelim. Diyelim ki çocuklarına yaptığının aynısını yaptın ve hırsıza da oğluna baktığın gibi baktın, ayrım yapmadan… O zaman hırsızın hırsız değil, korku ve endişe duyguları olduğunu fark edersin ve sevgisizliğini görürsün. Eğer onun bu durumuna acır ve sevgi ile bakarsan, o zaman hırsızla aranda görünmeyen ancak hissedilen ve sezilen bir duygu paylaşımı olur. Hırsız, içinde büyük bir pişmanlık duygusuyla ilk gördüğü çıkıştan kaçar. Aslında kaçıp giden hırsız değil, içindeki korkudur.
Bunu fark ettiğinde, bütünlüğünü bulmuş bir lider olarak kutlar ve sevinirsin. Bu gerçek başarıdır. Bu anlaşılamayan liderlik yaklaşımı sizce aptal, ne kadar şerefsiz, ailesini korumayan bir baba gibi algılanacaktır öyle değil mi? Aynen böyle söyleyeceksiniz. İşte bu yüzden böyle bir liderin algılanması binlerce yıl geçse bile çok zordur. Peki böyle bir lideri izleyebilir misiniz? İzleyemezsiniz tabii ki… Önce liderin ışığını, enerjisini, karizmasını çok seversin ama böyle bir tutumla karşılaştığında, “Bu benim liderim değil!” diyerek onu yargılarsın ve terk edersin. İşte bu yüzden ‘lider her zaman tek başına olan, öncelikle kendisinin liderliğini yapan ve kendisinin liderliğinde ilerleyen bir kişidir’ diyoruz. Yani işin özünde o senin için, sizler için liderlik yapan birisi değil, son derece ulvi ve çok büyük düşler peşinde koşan biridir. Senin onu sevip sevmemenin onun için hiçbir önemi yoktur. Çünkü o hepinizi sevdiği için, zaten onun için bir problem yoktur. Ama bunun algılanması pek mümkün değildir.
Peki, algılanması mümkün değilse bunları niye konuşuyoruz, o zaman bunları niye yazıyoruz? Zannediyorsun ki senin için yazıyoruz, hayır… Kendim için yazıyor ve okuyorum ki her daim hatırlayabileyim, her daim bundan uzaklaşmayayım. Her daim hatırladığım, her daim bildiğim şeyi daha da geliştirebileyim. Zaten hepimiz aslında sadece kendimiz için yazıyoruz, okuyoruz ve çalışıyoruz. Sen de kendin için yazıp, okuyup, çalıştığında eğer bu okudukların ile sende birazcık da olsa bir değişiklik olabildiyse ne mutlu bana. Değiştikten sonra beni izleme, bu fikirleri al çöpe at, kendine yeni fikirler yarat. Benim fikirlerimi tekrarladığında benim yolumda ilerleyen bir kişi olursun, kendine fikirler yarattığında kendi kendinin lideri olursun. Bu kitabı aldığına göre demek ki kendine lider olmak istiyorsun, bu yüzden bu yazıyı önemle birkaç defa oku lütfen.
Arkadaşlarınla paylaş ve tartış. Ancak o zaman doğru yolda
ilerleyebileceğiz…
Ne mutlu kendisine lider olana. Ne mutlu bu işi kendi iç dünyasında bulana.
Sinan Ergin’in ” Nedensiz ” isimli kitabından..
Yorumlar
Yorum Gönder